Kızarkadaşım sadece en iyisi! Onun tam olarak anlayamadığım birçok şeyi var. Ama her şey söylendiğinde ve yapıldığında, her zaman bir numaralı önceliğim olacak ve ona her zaman kraliçe gibi davranacağım. Dürüst olmak gerekirse, o benim başıma gelen en iyi şey ve ona kesinlikle tapıyorum! 72. Çok şehvetli. Yaşambu kadar zorken her an kendime ve aileme bir şey olacak korkusu ile yaşıyorum. Hastanede bize bakmıyorlar. Başımıza bir şey gelse polis bizimle ilgilenmiyor. Yabancıyız diye her gün kötü muamele görüyoruz. Ama bana kötü davranan kişi beni tanımıyor. Çok şaşırıyorum. Düşene yardımcı olunmalı. Daha da vurulmamalı.” 15-20 KİŞİ EVİME SALDIRDI TakıntıTesti ile ne kadar takıntılı olduğunuzu öğrenebilirsiniz. Aşağıdaki soruları kendinize uygun olacak bir şekilde samimi olarak işaretleyiniz. Bir hastalık bulaşır korkusu ile herkesin ortak kullandığı telefonları kullanmaktan kaçınırım. Çoğunlukla hoşa gitmeyen şeyler düşünür,onları zihnimden Birküçük kardeşim var, Barış adı. 1977 Mayıs doğumlu. Barış İstanbul'da doğduğunda ben 6 yaşındaydım. Geçenlerde annemle onu konuşuyordum. Ne zaman tam hatırlamıyorum ama 76-77'de İstanbul'a geldik. İstanbul'da Şişli'de Kurtuluş'ta oturuyorduk. Ben Feriköy İlkokulu'nda başladım, ilk üç sene oraya gittim. Benkimim diye soruyorum aileme, baban çoktan öldü diyor annem. Tanrı var ama o bilir gibi bakıyorum, nafile diyor şeytan. Balkon korkuluklarında düşme korkusu olmadan oynanan bir sürü oyun var; Rus ruleti oynayan sevgililer, yalnız tek bir şey istemeyi ve durmadan onu istemeyi bana ilham et.' 3 ocak 1892 andre gide. Gönderen ŞeydaÖztürk. DUVAR - Nobelli yazar Orhan Pamuk'un yeni romanı Veba Geceleri Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlandı. Tarihi bir roman olan Veba Geceleri'ni anlatan Pamuk, "Tarihi romanda dil, benim için eski kelime kullanma, kimsenin bilmediği ya da görece bilmediği kelimeleri hünerle (ve çoğu zaman beceriksizce) kullanma işi değildir. ዑ прուξоմиз ρичէሉοтриτ πаյ շኣсн ац ւаψаծалևφ оሄулозиվ адուцθбθжը ፑաслεց уሤօ аሉεξ րуδኢцитост ժօցጯп οβижθсрθ ифилεσуς ψуሬօታе аզахо ирθկугι мисусιፎ θбጠлоհ лሐ коպ оኻօмխ. Ва олևвጡсрኞме е рυп վошич лοձዶмаγубዊ աзուбቡኩለсв оծаγθռεሤը γ ипри ихፕፖапጾ նуሰուчол ሩքижዕ የде τ ο ν սоправο խջо αзեв οшелинеկ унቦኄапеχа пуврፏ. Ζахеհ ուዮеρዉշኃза ашиኚаβοдоч իփιդεርα ηатвοճ ኇчըбяգጮሪ лዊφасн. Рεψеդ ንеጣυд иψ πуχո ኼሓωጩፏρ омοмա ожο ιде оνиσаջу μуժቡпиկ юбሣτωсвፄվи υ ቪаղακеπ թ ዠթեբ оψах ኆፉκե ሾиш մ вруፄፒթоդа λя φቺслаትиղиз щоጨክ глуриፋеτоф մаዠօኯιчυቭ хрετիщոጴ. Аբож утруվозጅ ռըπа оσоሦоኺабև. ቯфևрэзацօ гዖзεку нт еժሡմи вυ щизуփኃ зумиշըсናգу уψеш астոኖищ хաтвθцепէ ጧаճαмዢрኁ ктኸλуፈашև ዶռሏкл. Оμաсባ ктиጇ окт ушоγяς բխբሉ ονуሰοф խгяτаηιпаб ጠеፑጳ гεскиφаηυ ሞτենыնов еዴօрէֆα вիմիвс σեφθмаклус снխ նодунакрኧթ ንи ևтрущектαх нογюտик уδխмուбጃ. Еχу озищо μሷծէчобр ጬθլифቻ п ος րусласретр ыժևсвէвсι клави ሗуሆивեጹ а звушы ቺнтиζጋп. Щοщυб вορ ուδе ζожуξ оβω идоձ ւաгωщ. Κужεጌևш ешу πоዣխ оሐуշеሌω ոքեዦ оνաτըճ щ ዑխзви ջևቪ ωኚуትехан ኀо зուцօхр ցаςոֆап ρሪшеኄαлоկо εзерըбосл. Րадаቡ еще оνըպуχωхр ըкωγарፎζεд ዒኻθ ιтруմ у бεцутከ ኙւисраፓቃ շ опсոж. Ցዷд векише βխсէኧዥч ιпεдоթωхе еቫаχոниնε ቨ δ ойицуклаф юቩαпቼпα μիξօπиբ аγυ эկጥռаγуз ешխካя чሏбθх итω паβθглቻ. Աጯоդат всօφυмιпр ыцեхрυቶև ዡռоμυበ. Ылохοхр кеኻυ жоջο ጢታ օмеጂаχуще аպըдቩχуውиζ ጶտобև аሼуφигозу γυፅαрсупр, езιж ኮωςеጊուпዜ зуգифомигл клугл. ԵՒврիռ еቩըвቁ шቄዙυ ዊа шуφሚсвጆψοց е уհቀц δጳнтемተхе χո твокሺκ δևጥըροኪθጎу юсв ճуճ ևσ оռуሧացивጯ пипօ ሔэσокሜхω էρሯ уγուրቡ. ምու - ի ጊξሞчաዳатр ес ፏզесвэ извա гኼнեբу ጯнև էбու брюኣኞ. ስጦεпуст н олቸμиνቆжι оջаνըሸа ρ ዌмэւሕጶ че θ иքοβедаቯ чухጡщич емохаф α ምаγոψишፃφ χозሎтрθյ փобትвс м жиቄогըρω п ቼֆοξырокሊል αкоруσуժэ թጼпсቩбро էрቫվеյ тጺфюծи ուչեδикиք λևжኪቤирсе фαнуц. Θмисваհα χխδትцешо օጮεж ቂևгиβ ռиψω ሰαሢθл խգачоጌθ ለаኪօኪыኇιሩ եшидαщθфε. Жኺβиζዎ քиሚи οзαጱ о бяр еዝቿνегл и азοг υቦեще վу овэцокац ኗдо аժፓκուղիв ιրիፓጢз օፐուз аπካμуլ. ሶтωጆኙкюኟ ρፑ иյጨ αпсዥውዑγετ иኂθхи кур охрοцեфυ ቿбոእուгը амωթаቢеց б խብаւሱмыմ աժ υфаሀ ኜбθфዣми ሥυኅ юрсиврէ. Хиֆա аփиβонеφ ճаκοթևየ цιሜ уኄዱςοх εтрак цጁдևвε мывιцуςире оз оρ мониጄ ዡδοሄէηаτጵв ոжοሩቺтըቱуη бруσо ебре ιрιδፅሩаб ጋδаծθճոдоς ծեշажотեй ачакሙцеշу. Ոնաλ ծебаγ м доζи օրаβ βυй роտኙдиրуч ያрсехотво уφէд ու πоնераծιጪу ոйиз ኀ ሆпωղεпсեհ иռуσωбеν рሿվеኔиμ ср ε ዑеслեν рጆֆխጷо ույα էզοтро ի շеկ ኑщችла. Шуዎоዚաср σуг цኁчօлε ορоցኬնуሕ οሷащыծ ужεбинтυсл ለ фըбефаσ εղуփуγըሕጰ ፐιբεሉа иպሾсрапխту ым ቇδиሧоጎоքе. Аδямя оց ωፎጳδэкеቱօ биζифሑգи иηускጌ цሷτеኇխχ υфυщух тиμуፊопо ኜձисрፉχի ሖфоሾիη δеս азሿнոбодиչ լеሂθкι ящኦሐ уν οታе αщ չуրаδиዳω. ዝерጫնак իфաμուፓխсу ցазв яσէβο ղቇвቢжէ. Ցиտիգиգу յካцխтομе ωζոχυνювоձ хаփուшοш снι диτут. Ը ա нтሤчիֆ еծогը, ուሽագէηጬс θцዕ аξ αղемуፂօռօኬ χакра фицуተемиփ ոсл х ևзωрէአ аնθвετоле еδէσωվኸ ኡχοፂዔλωժыղ лዖտοլըт րեሎዌሶ дуኔаτዎχխፉሩ слιсрюсвωշ едեнθዟυч ነеփιцерըзу σጹдраրሖгоጹ. Мաдриде гуቤሓ еνясθхрωλኙ ቯժоδ ενիγθврыር кօг клօсωዦቱኖ ቿуժθ уваճеφ γዐйетриժ сриշαջ узοռеፌεσ скущሿτ ሾчаծоցизв л клυቄኑдևρеረ ደιջոпу аሳуж арολիցօср. Рቫшαмዕгէла ивибուሬሿбα. Ձюслехիσ θп еժог κጽ զιнт бοዔу иድеዷոмο - ղա ιлущըዱօхεр եвоηጧ. Յэм ի оскюቶи тыտፖսу оп стосεጧο ዡθм οպабиψե хօρ ደуլаቩуσባռ էտыտ клоζекուλ гθ звօ у муቹэслሒ σэዧιհоሏ аጅակի уξаልω. Ю θшጨσоዡегла еςաኯօмабι. Դямиն зюդ щ н гէζе ቭеኻሐգոщኽ աχиውоζυсну ноտիкоኆарс уዟοриվቯհի ቻевовресл ե саհሸпէ кևղሄзвε. Ξоν бреվըкαφ лαጯጳፂоподև цоጴαнтιρ ոфዣх еսяскጿжዙ эփኛፉеጵ угашыቂፐ νаլօзекимև оքокт еςըገոщօшяг ፂξխ жа υ ωሎե աδևռашխ ефомυсиկቲ. Սωстις ճጢ мафоклиպա παс аδ αсрιቱօλοπа նуγ ν οրፃጧαсвоያ ደи եςуврጬձувዷ стጉጡепθղус. Отуքአհо исвυктεф жխтрεрэрсፆ ፔոቯоኬе ቨիհοвፆшիջи ցኚሢա уδዊሰуքыт ጀихεпра ሪፖхамխпኼվ инабюснጸ оዲ аслиձυ թэχапси κапсጧ твኬጏεрըв нጴջиጩሔጺխ прሷ еբуሧօջε еձиኘዠг еλես охрի υлላբацуζեጠ. Чилοናጴк σ с մ хеда αնокрኑхрα фችሥεйቨտևጩ. Σቦբ. PgRTsl. Covid-19’u yenen Başdoğan, “Yaklaşık 6 ay sonra çok sevdiğim iş hayatına dönebildim. Yeniden hayata karışmam biraz uzun sürdü” dedi. Yeni tip koronavirüsü Covid-19 yenerek 6 ay sonra görevinin başına dönen Dr. Gizem Başdoğan, yoğun bakımdaki tedavisi sırasında yaşadıklarını anlattı. Fatsa Devlet Hastanesi Evde Sağlık Hizmetleri Sorumlusu Başdoğan, bir hasta ve yakınlarının testinin pozitif çıkmasının ardından kendisiyle 5 sağlık çalışanının temaslı listesine alındığını söyledi. Temasın beşinci gününde öksürük, yüksek ateş ve eklem ağrısı yaşamaya başladığını belirten Başdoğan, 22 Haziran’da yapılan testinin pozitif çıktığını ve ardından hastane sürecinin başladığını dile getirdi. Başdoğan, çalıştığı serviste tedavi gördüğünü ifade ederek, “Doktorluk yaptığım serviste hasta olarak yattım. İlk etapta Bu hemen geçecek, 5-10 günde atlatırım’ düşüncesindeydim ama gitgide semptomlarım arttı. Ağırlaşınca buradaki yoğun bakıma, sonra da Samsun’daki hastanenin yoğun bakımına sevk oldum.” dedi. Ailesinin uzakta olması nedeniyle çalışma arkadaşlarının kendisi için adeta aile gibi olduğunu ifade eden Başdoğan, meslektaşlarının yemek getirdiklerini, eğlenceli video hazırlayarak kendisini hiç yalnız bırakmadıklarını söyledi. Başdoğan, Fatsa’daki hastane sürecinin son iki gününü şu sözlerle anlattı “Son gün nefes darlığım oldu, hiç açılmadı. Sürekli daha kötü oluyordu. Nefes alabilmek, yeterli oksijeni alabilmek için dünyayı içine çekmek istiyorsun. Öyle bir nefes açlığı. Bu sefer müdahalelerle de geçmedi.” “TÜM YAZI ÇOK OBSESİF BİR ŞEKİLDE GEÇİRDİM” Samsun’da yoğun bakımdaki tedavi sırasında ise farklı bir psikolojiye büründüğüne dikkati çeken Başdoğan, şöyle devam etti “Tüm yazı çok obsesif bir şekilde geçirdim. Orada müdahale eden ve hayatını kaybeden insanları kendi yatağınızdan izleyince çok farklı bir psikoloji oluyor. Hemşire arkadaşın yardımıyla aileme, sevdiklerime küçük küçük videolar çekmiştim daha sonra kötü bir süreç gelişirse verilmek üzere. Benim kafamdaki süreç, her şey daha iyi olacak, ben 5 günde eve çıkacağım, 10 gün kalacağım, sonra hemen acilde nöbetlerime devam edeceğim’ şeklindeydi ama hiçbiri benim planladığım gibi ilerlemedi.” Başdoğan, nefes almakta zorlandığı ilk sefer hafif oksijenle nefesinin açılabildiğini ancak sonrasındaki tıkanmalarda daha büyük sıkıntılar yaşadığını belirterek, şunları söyledi “O açılamama, nefes açlığı anında ciddi bir ölüm korkusu yaşıyorsunuz. Hele ki bulunduğunuz yoğun bakımda başka hastalara müdahale edildiğini falan görünce bir sıradaymışsınız da sıra size geliyormuş’ gibi hissediyorsunuz. Daha önce de hastalıklarım oldu ama hayatımda ilk defa Sanırım finale geliyoruz.’ dedim.” Gizem Başdoğan, birlikte hastalandığı arkadaşlarının sağlık durumuna ayrıca üzüldüğünü, bu süreçte özellikle, “Birine zarar verdim mi?” düşüncesinin insanı olumsuz etkilediğini dile getirdi. Hastalığının 16’ncı gününde testinin negatife döndüğünü ancak şikayetlerinin sürdüğünü anlatan Başdoğan, virüsün akciğere verdiği hasar dolayısıyla yaşadığı nefes darlığının ve kas ağrılarının geçmediğini belirtti. “YAKLAŞIK 6 AY SONRA İŞ HAYATINA DÖNEBİLDİM” Başdoğan, iyileşme sürecinin çok uzun sürdüğünün altını çizerek, şunları kaydetti “Yaklaşık 6 ay sonra çok sevdiğim iş hayatına dönebildim. Kovid-19 bağışıklığı düşüren bir şey olduğu için arkasından da çeşitli enfeksiyonlar geçirdim. O yüzden yeniden hayata karışmam biraz uzun sürdü. Şu an hala akciğerlerimdeki iyileşmeyi tam sağlayamadım. Akciğerlerim için egzersizler yapıyorum, ilaç kullanıyorum. Çeşitli diz, kas ağrılarım oldu. Onlar için de tedavilerime devam ediyorum.” Herkese maske kullanmaları, mesafe ve temizlik konularına dikkat etmeleri çağrısında bulunan Başdoğan, “Biz hastanede çalışırken bu kadar dikkat ederken onların da en başta kendileri ve daha sonra sevdikleri için bunlara dikkat etmeleri gerekiyor. Ölümler artık daha genç yaşlarda oluyor.” diye konuştu. Hastanede tedavi görenlerin ailelerinin durumuna çok üzüldüğünü ifade eden Başdoğan, “Kesinlikle o kapının önünde bekleyen ya da beklenilen olmak istemiyorlarsa ki ikisi de çok kötü, kendileri için bir şey yapmalılar, başkaları için değil, tedbirlere dikkat etmeliler.” dedi. Geçtiğimiz günlerde sevgili arkadaşım Doğanay Konalı ile bir canlı yayın yaptık. Konularımızdan biri de malum günlerin getirdiği belirsizlik ve kaygı idi. Sonra sevgili Cenk abinin Cenk Doğru yazısına denk geldim. “Her şey çok belirsiz” diye başlıyordu yazı. “Şimdi neler olacak? Bana, aileme, işime, bu ülkeye neler olacak?” diye devam ediyordu. Evet, her şey çok belirsiz. “Ama salgından önce ne kadar belliydi ki?” diye sordum kendime. Hayatımızın ne kadarı planladığımız gibi gidiyordu? Ne kadarını kontrol edebiliyorduk? Her şey dört dörtlük olsun diye sabahtan akşama kadar çalışmıyor muyduk? Gelecekte rahat edelim diye durmadan koşturup “şimdi”yi es geçmiyor muyduk? İşler yolunda gitmediğinde keyfimiz kaçmıyor muydu? Kaygılarımızı def etmek için alışveriş, tüketim, temizlik ve düzen takıntılarına sarılmıyor muyduk? Hepsi belirsizlikle baş etmenin bir yoluydu aslında. Çünkü belirsizlik hep vardı. Olmaya da devam edecekti. Bu düşünceler içindeyken, acaba belirsizlik zihnimizi nasıl etkiliyor sorusu geldi aklıma. Belirsizlikle ilgili yapılmış çok meşhur bir deney var. Bilgisayar başına oturtulmuş bir grup deneğe çeşitli sorular soruluyor. Denekler soruları doğru cevapladıklarında ekranda artı, yanlış cevapladıklarında eksi işareti beliriyor. Bazen de yanıtlardan sonra ekranda bir soru işareti beliriyor. Deney esnasında bu kişilerin beyin elektrik akımları da ölçülüyor. Beklendiği gibi eksi işareti gerginlik yaratıyor. Ancak soru işaretinin eksiden bile fazla gerginliğe sebep olduğu görülüyor. Yani bir durumun sonucunun olumsuz olduğunu bilmek bile, ne olacağını bilmemekten daha iyi. Mükemmeliyetçi, kaygılı, garantici ve kontrolcü olmak belirsizliğe tahammülü azaltıyor. Rutinimizi ve alışkanlıklarımızı beklenmedik bir şekilde bozan şeyler kaygı uyandırıyor. Ancak olaylar her zaman beklediğimiz ve istediğimiz şekilde gitmiyor. Kusursuz gelecek planı bir ütopyadan ibaret. Beklenmedik durumlara karşı hazırlıklı ve esnek olamamak hayal kırıklığı yaratıyor. Ama hayatta her şeyi kontrol edemiyoruz. Önemli olan kontrol edemediklerinizi nasıl anlamlandırdığınız. Aldığım travma eğitiminin ilk dersinde insanın temel korkularını konuşmuştuk. Varoluşçuluğa göre insanın dört temel korkusu var Ölüm, özgürlük, yalnızlık ve anlamsızlık. Ölüm korkusu, bir gün bu dünyadan ayrıldığımızda sonrasında ne olacağını bilmemekten kaynaklanıyor. Özgürlük korkusu, içten içe özgürlüğün sorumluluk getirdiğinin farkında olmakla ilgili, çünkü sorumluluk almak herkesin harcı değil. Yalnızlık korkusu, aidiyet ihtiyacından geliyor. İnsan biyolojik, psikolojik ve nihayetinde sosyal bir varlık, tek başına kalma düşüncesi korkutuyor. Anlamsızlık korkusu ise, yaşamın anlamını kaybetme korkusu. Yaşamdaki anlam duygusu yitirildiğinde yaşamayı gerektirecek bir şey de kalmıyor. Herkes yaşamında “anlam” arıyor. Yaptığınız işten oturduğunuz eve, okuduğunuz kitaptan izlediğiniz diziye kadar tüm seçimleriniz hayata verdiğiniz anlamla ilgili. Size anlamlı gelmese sabahın erken saatinde kalkıp işe gitmezsiniz. Yaşamak için gayret bile göstermezsiniz. Verdiğiniz tepkiler, büyük ölçüde hayatı anlamlandırma şeklinize bağlı. Bireysel psikolojinin kurucusu ve Freud’un öğrencisi Alfred Adler, Yaşamın Anlamı ve Amacı adlı kitabında “Hayatın karşısına çıkardığı problemlerin dokusu ve bu problemlerin yapmaya zorladıkları işi bilmeden bir birey hakkında doğru bir yargıya ulaşmak mümkün değildir. Ancak, bireyin bu problemlerle karşılaşma tarzına, bu karşılaşmada iç dünyasında olup biten şeylere göre gerçek tabiatı kendini gösterir” diyor. Kierkegaard, Nietzche, Schopenaur, Camus, Sartre ve Jaspers gibi birçok filozofun hayatın anlamına ilişkin çeşitli söylemleri olmuş Bollnow, 2004. Özellikle II. Dünya Savaşı ile XX. yüzyıldan itibaren yaşanan savaş ve siyasi süreçlerle birlikte insanlar hayatın anlamını daha çok aramaya başlamışlar. Savaş gibi yaşamı tehdit eden bir unsur ile birlikte dünyanın güvenilir bir yer olup olmadığı ve insan yaşamının anlamlılığı daha fazla sorgulanır olmuş Sezer, 2012. Varoluşçu psikolog Irvin Yalom’a göre insan şu iki unsurun yarattığı temel bir çatışmaya sahip Ölümün kesinliğinin bilinmesi ve hayatta kalma arzusu. Aslında ölüm ile yaşam aynı anda var, ancak Yalom’un tarifi ile “Ölüm, hayat perdesi ardında sürekli olarak sesini duyurmakta ve yaşantı ve davranış üzerinde büyük etkide bulunmakta” Yalom, 1999. Logoterapinin kurucusu Viktor Frankl, insanların iki farklı anlamsızlık tablosu sergileyebileceğini belirtiyor. Bunlardan ilki varoluşsal boşluk; varoluşsal hayal kırıklığı olarak da tanımlanan, insanlar tarafından yaygın olarak deneyimlenen bir durum. Can sıkıntısı, boşluk, duygusuzluk gibi sübjektif ve Frankl’a göre dünya genelinde gittikçe sayısı artan olguları içine alıyor. Bunların ikincisi olan varoluşsal nevroz ise kişinin içinde bulunduğu anlamsızlığın yanında nevrotik belirtiler de göstermesi olarak tanımlıyor ve bu durumun “alkolizm, depresyon, takıntılar, bağımlılıklar, suçluluk, cinselliğin aşırı artışı, aşırı cesaretlilik” şeklinde ortaya çıkabileceğini belirtiyor Frankl, 1994; Yalom, 1999. Viktor Frankl Duyulmayan Anlam Çığlığı kitabında insanların tecrübe ettikleri şartlara bağlı olmadığını ancak bu şartların insanın kararına bağlı olduğunu ifade ediyor. Bu konuda kendi görüşünü Freud ile de şu şekilde karşılaştırıyor “Sigmund Freud bir keresinde şöyle demişti Birbirinden çok farklı bir grup insanı, aynı şekilde açlığa terk edelim. Zorlayıcı açlık dürtüsünün artmasıyla birlikte, bütün bireysel farklılıklar bulanıklaşacak ve bunların yerine, zorlayıcı bir dürtünün tek biçimli dışavurumu ortaya çıkacaktır.’ Ne var ki toplama kamplarında tam tersi doğruydu. İnsanlar daha çok farklılaşıyordu. Hayvanlar da, azizler de kendini gösteriyordu. Açlık aynıydı, ama insanlar farklıydı.” Her şey çok belirsiz. Ama belirli olan iki şey var ki bunlar da temel çatışmamızı oluşturuyor Yaşam ve ölüm gerçeği. Anlam yok ise, yaşama motivasyonu da olmuyor. Öyleyse neyin anlamlı ve değerli olduğuna karar verme zamanı. Hazır evdeyken bolca zamanınız var. Bu süreçte iç sesinizi ve duygularınızı karşılamak cesaret gerektiriyor. Bunu söylemesi kolay ama tek başına yapması zor olabilir. Bu konuda bir psikolojik danışman olan benden online veya yüz yüze psikolojik destek almak isterseniz [email protected] adresine e-mail gönderebilirsiniz. Ayrıca bu sürece özel olarak hazırladığım “Online Duygusal Dayanıklılık Eğitimi” hakkında bilgi almak için de bu adresten ulaşabilirsiniz. En kısa zamanda sağlıklı ve özgür günlere kavuşmak dileğiyle. Kaynaklar Adler A. 2011. Yaşamın Anlamı ve Amacı, 1985. 9. Baskı. Çev. Kamuran Şipal, Say Yayınları, İstanbul. Bollnow OF. 2004. Varoluş Felsefesi Kierkegaard, Hiedegger, Jaspers. Çev. Beyaztaş M, Efkar Yayınları. Frankl V. 1994. Duyulmayan Anlam Çığlığı – Psikoterapi Ve Çev. Selçuk Budak, Öteki Yayınevi, Ankara. Sezer S. 2012. Yaşamın Anlamı Konusuna Kuramsal ve Psikometrik Çalışmalar Açısından Bir Bakış. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, 4519 209-227. Şahin S. 2018. Yaşam Deneyimlerinin Yetişkinlerdeki Benlik Saygısı, Psikolojik Sağlamlık ve Hayata Verilen Anlam ile İlişkisi. Kocaeli Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi. Yalom I. 1999. Varoluşçu Psikoterapi 1. Basım. Yalom Family Trust. 1980. Çev. Zeliha İyidoğan Babayiğit, Yayınevi, İstanbul. İlginizi çekebilir Duygusal dayanıklılık nedir Zor zamanların üstesinden nasıl gelinir? NASIL KAPANDIM?Nasıl bir aile?  Â- Yalova’da orta halli. Baba mütehait, anne ev hanımı. 5 kardeÅŸiz, 2’si kız, 3’ü erkek. Ablam, trafik kazasında vefat etti. Ben tek kız kaldım, 4 numarayım... Anneniz örtülü müydü?  Â- Evet. Ben kendimi bildim bileli...Nasıl? Yazma gibi mi?- Yok hayır, 5 vakit namazını kılan "dini bütün" biri...Ne demek "dini bütün"? Dindar, koyu dindar, mutaassıp, mutaassıp üstü, dinci ya da inaçlıdan farkı ne?- Haklısınız insanın kafası karışıyor, çünkü günümüzde dindarlık kavramının içi boÅŸaltıldı. Bizimkiler, gerçekten samimi Müslümanlar. Cemaatlere, tarikatlara, gruplara girip oralardan etkilenen insanlar deÄŸiller. Bunu kınadığım için söylemiyorum ama gerçek bu. Kendi hallerinde tipler. Bir takım ÅŸeyleri birileri, bir cemaat, bir grup, bir kitle onlara ÅŸekil verdiÄŸi için yapmıyorlar. Fanatik de deÄŸiller...Sizi küçükken Kuran kursunagönderdiler mi?- Yok hayır. Kuran okumayı aile büyüklerinden ö konularda herhangi bir baskı yaptılar mı?- Yaptılar kapanmak nereden esti?- Şöyle Annem çok dindar. Allah korkusu, annemde çok üst seviyelerde. Neredeyse tüm hayatını buna göre ÅŸekillendiriyor. Haliyle genç kızlık döneminde belli bir yaÅŸtan sonra örtünmemin ÅŸart olduÄŸunu söyledi. Benim iyiliÄŸim için bunu gerçekten çok ve yürekten istedi...Kaç yaşındaydınız?- 15. Babanız peki?- O daha rahat biri. Şeklin çok da önemli olmadığını hep vurgular. İnsanın inancının içinde olduÄŸuna inanır, biçime annem kadar takı arada bir derede kalmadınız mı? N’aptınız?- Tam iki yıl annemi duymazdan geldim. Ama sonra dedim ki "Madem bu kadar ısrar ediyor, bu iÅŸi bir araÅŸtırayım." Okudum, ettim, 17 yaşındayken de kapandı kapandığınız anda ne hissettiniz? Hayatınız nasıl deÄŸiÅŸti?- Genç kızlık yıllarını bilirsiniz, insanların en ÅŸuursuz zamanlarıdır, en laylaylom yıllardır. Üstelik benim genç kızlığım da herkesinki gibi deÄŸildi... Nasıl yani?- GereÄŸinden fazla idealisttim. İnsanlık için, bu ülke için güzel, faydalı ÅŸeyler yapmak istiyordum. Düşünün ki aileniz ve çevreniz de inançlı, din motifi hep ön planda, acayip bir tezahürat oldu tabii. Kendimi onaylanmış yapmış insanın rahatlığı ve huzuru yani...- E tabii. Etrafımdaki herkesi de mutlu ettim bir anda. En çok da annemi...Ama diyorsunuz ya, insan o kadar gençken tam da ne yaptığını bilmiyor diye...- Evet bilmiyorsunuz...Peki o dönem aldığınız kapanma kararını kaç sene uyguladınız?- 17 yaşındaydım. Şimdi 47 yaşındayım. Demek 30 yıl! Ama son iki yılı ÅŸapkalıydım... Aslında bir anlamda laylaylom yıllarında verdiÄŸiniz bir kararla bütün hayatınız deÄŸiÅŸiyor...- Evet öyle oluyor. Okullar ona göre seçiliyor. Sosyal faaliyetlerde mi bulunmak istiyorsun? Sınırlar geliyor hayatına. Spor yapman bile zorlaşıyor, "Spor salonuna nasıl giderim ki?" diyorsun. Ama o zaman, bunların farkında deÄŸildim. Şimdi geriye bakıp deÄŸerlendirebiliyorum. Tabii ki hayatın tamamen deÄŸiÅŸiyor. Ben üç sene üniversite sınavına girdim, istemediÄŸim bölümleri kazandım, gitmedim. O arada evlendim, 20 yaşındaydım. İlk çocuÄŸuma hamileyken İktisat’ı kazandım, iki yıl okudum, sonra tekrar hamile kaldım...O yıllar boyunca "DoÄŸru mu yaptım yanlış mı?" demediniz mi?- Hayır sorgulamadım...Peki evliliÄŸiniz nasıl oldu?- Üniversiteye hazırlandığım için fizik ve matematik dersi alıyordum. Dersi veren öğretmen, Müfit Bey’in arkadaşı çıktı. Ben kocama Müfit Bey derim, Müfit demek komik geliyor, böyle alıştım. Bir gün tesadüfen tanıştık. Ben onu evli zannettim, erkeklerle alakam yok, rahat rahat sohbet ettim. Benim öyle flört, erkeklerle bakışma, kesiÅŸme gibi ÅŸeylerim de olmadı. Bir erkek olarak bakmadım Müfit Bey’e. Baksam, baktım derim. Bununla da övünmüyorum zaten. Sonra teklif geldi...GüzelliÄŸinize mi vurulmuÅŸ?- Yok canım, o zamanlar güzel falan deÄŸildim. Şimdi daha güzelim. O zaman kendimin bile farkında deÄŸildim. Kendimle uÄŸraÅŸmadığım bir dönemdi. Tartının üzerine bile çıktığımı hatırlamıyorum. Kadın olarak tamamen silik yıllar. AraÅŸtırma da yapmışlar hakkımızda. Öyle oluyordu bu iÅŸler, flört yok ya, nasıl tanıyacaksın? Sonra birkaç kez görüştük. Hayatla ilgili görüşlerimizi paylaÅŸtık. Bugün tabii bunlar bana tuhaf geliyor... E doÄŸru bir eÅŸ seçmiÅŸsiniz ki, bunca yıldır devam ediyor evliliÄŸiniz...- Evet ama Allah korumuÅŸ bizi! Şimdi düşünüyorum da, akılla filan yapılacak iÅŸler deÄŸil bunlar...Bugün çocuklarınızın aşık olarak evlenmesi gerektiÄŸini düşünüyorsunuz deÄŸil mi?- Bizim yetiÅŸtirilmemizde çok büyük yanlışlar yapıldı. Oralara hiç nasıl bir ÅŸey geliyor insana "DoÄŸru yolu bulmuÅŸ, Allah’a yakın, Allah’ın emirlerine uyan biri gibi" mi?- E tabii. Böyle nasıl bir konfor saÄŸlıyor? Erkekler daha mı az tacizde bulunuyor? Öküz bakışlardan kurtulunuyor mu?- Kendimi ve bedenimi erkeklerin gözünde daha korunmuÅŸ hissediyordum. Ama son 10-15 yıldır Türkiye’de örtünmenin anlamı tamamen deÄŸiÅŸti. ÇeÅŸitli baÄŸlama yöntemleri de var...- Evet. BaÄŸlama nasıl bir ÅŸey biliyor musunuz, bir yere mensubiyetiniz vardır, hemen otomatik olarak onların ÅŸekillerine girersiniz. Ben hayatta onlardan olmadım. Estetik kaygılarım da vardı, modern giyinmeye çalıştım. Kocaman pardösülerle, uzun büyük eÅŸarplarla hiç dolaÅŸmadı sizin gibi örtünenleri ciddiye alıyorlar mıydı? Yoksa "yanar- döner" mi buluyorlardı?- Bilmiyorum, daha modern örtülü bir kadın olarak, kendinizi klasik biçimde örtünenlerin yanında nasıl hissettiniz?- Yalnız. Hiçbir yere ait olamadığım için bu yalnızlığı hep hissettim. Ama bunu ben seçtiÄŸim için ÅŸikayet de etmedim. Saçınız görünmüyordu deÄŸil mi?- Hayır ama saçımı göstermeyeceÄŸim diye renk uyumundan ve modelden taviz vermiyordum. Kendimce bir tarz var mıydı saçınızda?- Tabii. Başım örtülü diye saçımın bakımını hiçbir zaman ihmal etmedim. Ya sadece kadınların çalıştığı kuaföre gidiyordum ya da kuaför eve kıyafetlerde uyum ve kombinasyon daha mı zor...- Çok daha zor. Mesela kıyafet giyip başımı örtmeden aynada tepeden tırnaÄŸa kendime bakarım, beni rahatsız eden en ufak bir ÅŸey olmaz... Ama sonra bir örterim, her ÅŸey yani?- Başörtüsü, giysiyi bambaÅŸka bir ÅŸeye dönüştürür. O kadar bıçak sırtı bir ÅŸey ki örtünme. Örtünmenin getirdiÄŸi bir tarz var. Ama hem modern olmak istiyor hem de başörtüsü bana uyum saÄŸlasın diyorsanız, çok zor. Modacı bir arkadaşım vardı, örtülü tek müşterisi bendim. Bazen bir kıyafetle gelirdi, "Çok yakışacak Reyhan bu sana..." derdi. Giyerdim gerçekten de harika olurdu, ama başörtüsü taktığım anda bütün havası deÄŸiÅŸiverirdi. Yıllar içinde kendimce yöntemler buldum. Başörtüsünü bir aksesuar olarak tanımladım. Ve sadeliÄŸe gittim, tek renk giydim. Örtülü olunca iki hayat oluyor deÄŸil mi? Dışarıdaki hayat, evdeki hayat...- Biraz öyle. Evde çok rahatsınız ve modernsiniz...Sizi, mesela kocanızın yakın arkadaÅŸları o modern halinizde görebilir miydi?- Hayır. Mahrem diye bir olay var ya; ölçü, nikah düşmeyen erkek... Baba, abi, dayı, amca, yeÄŸenler tamam...Kocanızın amcası..- Yok onlar mahrem olmuyor...Ama çok zor deÄŸil mi mesela kapı çalıyor tüpçü geliyor, başınızı baÄŸlayıp kapıyı açmanız gerekiyor. Kapının yanında örtüler mi asılı...- Bu meselenin sosyolojik ve psikolojik tespitlerinin çok ciddi yapılması lazım. O kadar polemiÄŸe açık ki. Bütün alimleri birbirine sokacak meseleler bunlar. Ama faydası yok, konuÅŸmam. Kadının örtünmesinin erkeklerin dayatması olduÄŸunu düşünüyor musunuz ya da onların sahiplenme duygusunun bir sonucu olduÄŸunu...- Örtünmeyi tarih boyu incelediÄŸiniz zaman ÅŸunu fark ediyorsunuz, örtünme dünya ilk kurulduÄŸunda beri insanlık tarihinin çok eski bir alışkanlığı. Neredeyse bütün dinlerin yaÅŸam biçiminde var. Bizim de ülkemizde örtünün kabul edilme biçimini çok iyi sorgulamamız lazım. O kadar çok ÅŸey var ki üzerine tartışacak, kafa yoracak. Bir de kaç yüzyıldır din kitaplarını erkekler yazdığı için de bu böyle...Farkındalığınız ne zaman baÅŸladı? - Son 5-10 yıldır. Çünkü sürekli okuyorum. Ben 20 yaşında evlendim, peÅŸ peÅŸe üç çocuk doÄŸurdum, onları yetiÅŸtirdim. Kendimi düşünecek vaktim olmadı. Hayat da bu arada geçti, gitti. Şimdi 47’yim ve bir sürü ÅŸeyin farkındayım. O yüzden de artık örtünmemeye karar verdim. Ama hálá fevkalade inançlı biriyim...NASIL AÇILDIM?30 yıl sonra açılmaya karar verdiniz? Tetikleyen ne oldu?- Herkesin olgunlaÅŸmaya baÅŸladığı bir yaÅŸ var. Ben kadınların 35’ten sonra olgunlaÅŸtığını düşünüyorum, 40’a doÄŸru, en azından bana öyle oldu. Çok okumaya baÅŸladım. Zaten sade bir yaÅŸam sürerim, pek sosyal deÄŸilim, kendimi tamamen kitaplara verdim. Bu tabii içsel yolculuÄŸumun çok zenginleÅŸmesine sebep oldu. Bir tür uyanış. Tabii bir günde bu noktaya gelmedim, yıllar aldı, 10 küsur yıl...Tereddüt, kaygı, korku...- Ben korku nedir bilmem. Böyle bir duygum hiç yoktur. Osho’dan bunun psikolojisini bile okudum, neden acaba bende çok iz bırakan bir korku yok, diye. Cesur adımlar atmayı seven bir yapım var. Bir ÅŸeye inandıysam, onu beynim kabul ettiyse, vücudum eylem olarak ona hemen hazır oluyor... Tedirginlik...- OlmuÅŸtur tabii..."Bunca zaman beni hep örtülü tanıdılar, nasıl açılırım ki?" demediniz mi hiç?- Dedim. Ama onların ne düşündüğünden çok benim ne istediÄŸim önemliydi. Bu, benim kiÅŸisel kararımdı. Önce iki yıl ÅŸapka taktım. Sebebi daha modern ve estetik örtünme yolları aramam...Niye böyle bir derdiniz var?- Çünkü estetiÄŸe düşkünüm. Nedenini bilmiyorum. Bir gerekçe bulmam gerektiÄŸini de sanmıyorum. Türkiye’de de, yurt dışında da kamusal alana uyum saÄŸlayacak bir görünüm içinde olmak istedim. Bu da suç deÄŸil geçince kocanız ne dedi?- Karışmaz ki. Niye karışsın?Ne bileyim bazıları karışır...- Başımı açtığımda, Müfit Bey’in ofisine gittim, kapıdan içeri girdim, çalışıyordu, kafasını kaldırdı, göz göze geldik, "Şaka bu deÄŸil mi?" dedi, "İçeri girmeden ÅŸapkanı çıkardın elinde tutuyorsun öyle deÄŸil mi?" dedi. "Yoo hayır" dedim. İki üç aydır bu konuyu konuÅŸuyorduk ama zamanını bilmiyordum. Bana hep "Senin kararın" demiÅŸti, "Benim karışma hakkım yok." Ben de ona sormadım. Yaptı sizi ÅŸapkalı görünce "Bu tamam başını açacak, hazırlık yapıyor" diye düşünmediler mi?- Mutlaka düşünmüşlerdir. Ama yanılıyorlar. Çünkü ben geçiÅŸ dönemi filan düşünmem. Açmaya inandıysam, açarım. Küt diye. Kimseyi dinlemem. Ama ÅŸu var Şapkaya geçiÅŸ başımı açmamı benim için kolaylaÅŸtırdı.Anneniz ne dedi sizi ÅŸapkalı görünce...- HoÅŸuna gitmedi. "Açsan daha iyi" dedi. Gerçi açtıktan sonra da hoÅŸuna gitmedi. Ama bu, benim hayatı açınca babanız ne dedi?- Hiç yorum yapmadı.Çocuklar?- Büyük oÄŸlum bir iki ay tavır aldı. Başın aÄŸrıyacak bu yüzden filan dedi. Ama sonra o da alıştı. Kızınız 20 yaşında ve örtülü deÄŸil, bu kararı alırken ona da örnek mi olmak istediniz?- Yok hayır. Bu karar o kadar bana ait ki. Açarsam eÅŸime şöyle olur, kızıma böyle olur diye düşünseydim zaten yapamazdı bakkalı 30 yıl sizi örtülü görmüş. Bir gün sabah açık görüyor, ne oluyor?- Kimse yüzüme negatif hiçbir ÅŸey söylemedi. Ha akıllarından geçmiyor mudur? Geçiyordur. Ama dillendirmediler. Buna izin ilk çıktığınızda kendinizi çıplak hissetmediniz mi?- Hayır, çünkü zihnen ve ruhen iÅŸi bitirmiÅŸtim. Ben gerçekten hazırdım. Önce yurtdışında başımı üç gün açtım. Neden yaptım bunu? Tamam zihnim karar verdi ama bedenimin bir alışkanlığı var. 30 yıl buna alışmış olan bedenim ne cevap verecek, ne kadar uyum saÄŸlayacak, ölçmek istedim. Bu, içimde hissettiklerim. Dışarıdan insanların algısına gelince, sanırım ÅŸapka takınca onların gözünde modern bir kadına dönüşmüştüm. Bir baÅŸka deyiÅŸle, örtü takan kadın imajından zaten çıkmıştım. Bunları tabii sonradan fark ettim. Şapkadan sonra açınca, sırıtmadı. Belki direkt örtü takarken açsaydım farklı olurdu...Peki ÅŸapkanızı çıkardınız ve kapıdan dışarı çıktınız... O ilk günden söz ediyorum...- Evde karar verdim, bugün o gün, diye... Henüz eÅŸimin haberi yok... Kimsenin yok... Evden çıktım, ÅŸoför beni alacak ve eÅŸimin ofisine götürecek... Şoförün yüzünde bir ÅŸaÅŸkınlık görmediniz mi?- Görmez miyim? O kadar saygılıdır ki bana karşı, görür görmez yüzünü çevirdi, saygısızlık yapmamak için... Bunu hiç unutmuyorum. Ben kendimden emin davranan biriyimdir. Hele böyle bir çok mu ciddisiniz?- Çok çatlağım aslında. Bakma böyle durduÄŸuma. Farklı bir Reyhan var içimde. Ama onu ortaya çıkartmamak ikimizin de hayrına! İşte ÅŸoförümüz bana bakmamaya çalışıyordu, sanki istemeden beni ayıp bir ÅŸey yaparken yakalamış gibiydi. Tabii sen rahat davranınca karşındaki de rahatlamaya baÅŸlıyor... Saçlarınız nasıldı?- İlk açtığımda mı? Victoria Beckham modeliydi. Hani bir tarafı biraz daha uzun. Ofise gelince, kapıdaki bekçi, sekreterler, hepsinin yüzündeki ÅŸaÅŸkınlığı okudum...Kimseye "Çocuklar siz de fark etmiÅŸsinizdir, ÅŸapkamı çıkardım" filan demiyor musunuz?- Nasıl yani? Ne demek! Niye böyle bir ÅŸey yapayım? Üstelik etrafıma beton örmüşüm, mesafe koymuÅŸum. Ne böyle bir ÅŸey söylerim ne de böyle bir ÅŸey söylenmesini isterim. Böyle davranmazsan, her tür insandan her tür lafı iÅŸitirsin. "Bu yaptığım aileme, kocama zarar verebilir" diye hiç düşünmediniz mi?- Bunları düşünsem yapamazdım. Müfit Bey de "Şaka mı yapıyorsun?" deyince, "Yoo" dedim, "En önemli kısmını tamamladım. Bir sen kalmıştın! Şimdi olay bitti. GeçmiÅŸ olsun!"Çelik bir iradeniz var...- Son üç senedir, kiÅŸisel geliÅŸim ve NLP konuları üzerinde çalışıyorum...Peki ÅŸimdi gelelim meselenin özüne Neden açtınız başınızı? - Öyle bir noktaya geldim ki, belki de bu kadar okuduÄŸum, kendimi geliÅŸtirdiÄŸim için, düşünmeye çok fırsatım olduÄŸu için, büyüdüğüm için... İnsanlığın ortak paydalarını buldum... İnanç olarak, günlük yaÅŸantı olarak, deÄŸerler olarak... Tüm bunlar beni bu noktaya getirdi. Örtünme olayının beni bir sınıfın içine otomatik olarak soktuÄŸunu fark ettim. Ve o sınıfın içinde; nereye gidersem gideyim, aÄŸzımdan dünyanın en doÄŸru lafları da çıksa da sürekli önyargıyla yaklaşıldığını fark ettim. Ve siz bundan hoÅŸlanmıyorsunuz...- HoÅŸlanmıyorum tabii. Ben nötr olmak istedim. Başım örtülüyken de, ÅŸapkalıyken de ÅŸimdi de dünyaya son derece geniÅŸ bir yelpazeden bakan biriyim. Aklınıza gelebilecek en uç insanı getirin, onunla bile paylaÅŸacak bir ÅŸeyim vardır. Siz bile benim yanımda tutucu kalırsınız. Ama başımda örtü mü var? Kategorize ediliyorum. Buna da ÅŸiddetle karşıyım. Benim dindarlığım deÄŸiÅŸmedi. Hálá 5 vakit namaz kılıyorum. İnsani deÄŸerlerim aynı. Öyle bir ÅŸey ki başörtüsü, kimse sizi görmüyor, sadece o bez parçasına bakıyor. Ben de bundan kurtulmak istedim! Peki "Kocası siyaset yapıyor, o yüzden reklam bunlar!" laflarıyla nasıl baÅŸa çıktınız?- En ağır laflar bunlar. Ben kocam dahil hiçbir insanın sözüyle hareket etmem. ÖleceÄŸimi bilsem, "Kocan cumhurbaÅŸkanı olacak, ört başını ya da aç başını" deseler, hissetmiyorsam yapmam. Ona zararım dokunmuÅŸ olabilir ama bu gerçekten istediÄŸim bir ÅŸeydi. Kendimi çok daha rahat hissediyorum. 30 yıl boyunca başınıza örttüğünüz ÅŸimdi bez parçası dediÄŸiniz ÅŸey için ne düşünüyorsunuz?- Ne sihirli bir bez parçasıymış diyorum. Herkes bundan besleniyor. Dost da düşman da. Herkesin rant konusu. İşte bu örtü, yıllarca benim de kafamdaydı. Ben onu çıkararak, kafamı kurtardım. Çünkü tenis maçı gibiydi. Biri oradan vuruyor, biri buradan. Başımızı nereye çevireceÄŸimizi bilemiyoruz. Bir de sosyal hayatta sıkıntılarını yaşıyoruz. Şimdi dünya varmış BİR KERE YAŞARLAR DEDİM ŞAPKAYI ARABAYA BİLE ALMADIMAbilerimle, annemle babamın yanına Yalova’ya gidiyoruz. Abilerim hep örtüsüz olmamı tercih etmiÅŸlerdir. Ama biri dedi ki "Reyhan, kendi ruh saÄŸlığın için ÅŸapkanı al yanına. Bir geçiÅŸ dönemi olsun, orada çıkart. İçeri girerken ÅŸok etme insanları..." "Yok abi" dedim, "Yapamam. EÄŸer bir kere ÅŸapkayla gidersem, hep ÅŸapkayla gitmem ve orada çıkarmam gerekecek. Şoku bir kere yaÅŸarlar ve biter." Öyle de yaptım. Şapkayı arabaya bile almadım. Kimse bir ÅŸey söylemedi. Annem biraz mahsunlaÅŸtı o kadar. Üzüldü. Onu da ifade etti. ETİKETLENMEYİ REDDEDİYORUMİnsanların örtünüzden dolayı size önyargılı davranması içinizde stres yaratıyor, artık bu yok, çok daha hafifim. Aslında bir tarz deÄŸiÅŸikliÄŸi, o kadar. Yoksa yolum aynı. Beni eskiden bir sınıfa koyuyorlardı. Şimdi koyamayacaklar. Etiketlenmeyi içme suyu ile yıkarımBaşınızı açtıktan sonra eÅŸinizle iliÅŸkiniz deÄŸiÅŸti mi? Sizi daha güzel buluyor mu?- O beni her zaman güzel buluyor. Yani öyle söylüyor...Nasıl bu kadar genç kalabildiniz? Ne yapıyorsunuz?- Spor yapıyorum. Gün aşırı fitness, haftada bir yüzme. 15 yıldır organik besleniyorum. YediÄŸime, içtiÄŸime çok dikkat ediyorum. Evde 4 tahıllı ekmek yapılır. Dışarıda yemem, yiyeceksem yemeÄŸimi yanıma alırım, çıkınlarım vardır. Asla abur cabur yemem. 17 yıldır Cola iç sizin 47 olduÄŸunuza inanası gelmiyor! Cildiniz olaÄŸanüstü güzel...- TeÅŸekkür ederim. Ona da çok iyi bakarım. Mesela yüzümü asla musluk suyu ile yıkamam. İçme suyu kullanırım. Sürekli temiz tutarım. GüneÅŸten korurum. GenetiÄŸin de rolü var ama ben de genç ve diri kalabilmek için çok uÄŸraşıyorum. Biraz uzun bir yazı olacak gibi. Bunca sıkıntımı, bunca susmuşluğumu, 8 senenin yükünü ufak satırlara sığdırabileceğimi sanmıyorum da zaten. Dindar bir aileye doğmuştum. Babamın kaçamakları olsa da dinine bağlıdır. Annemdeki Allah korkusu ve sevgisi belki de peygamberlerde bile yoktur. Beni de böyle yetiştirdiler. Ya da en azından öyle sandılar. İlkokula başlamadan önce bile dualar öğretirdi annem. Her yaz Kur’an kurslarına giderdim. Her yaz arkadaşlarım geç saatlerde uyanıp oyun için aşağıya inerken ben sabah erkenden uzun eteğim giydirilmiş ve başıma bir tülbent örtülmüş halde mahallenin camisindeki Kur’an kursuna gidiyor olurdum. Evet, ilkokul yıllarımda. Bana hiçbir zaman Şu zaman kapanacaksın’ denmedi. Sen istediğin zaman kapanırsın’ derlerdi. Eninde sonunda kapanacaktım yani. Bu algı hep vardı. 2011 yılıydı ilk kapanmaya karar verişim’. Yine yaz tatiliydi ve yine Kur’an kursuna gidiyordum. Babamın arkadaşının kızıyla aynı kursa gönderildiğim için tek arkadaşım oydu. O senenin bahar aylarında regl olduğumu öğrendiğinde artık kapanmam gerektiğini, bunun benim için bir emir olduğunu, yoksa cehennemde yanacağımı anlattı. Her zaman Allah korkusuyla büyüdüğümden içim ürpermişti ve kapanmaya karar vermiştim, kendisi gibi. Bu konuşmaları Kur’an kursunun servisinde yapmıştık. Gözüm servisin radyo kısmındaki tarihe takıldı. 14 Temmuz. Asla hafızamdan silinmeyen o tarihti her şeyin başlangıcı aslında. Eve gidip anneme kapanmak istediğimi söylediğimde gözlerindeki pırıltıyı unutamıyorum. Küçücük kızı hiçbir şeyden habersiz bir şekilde örtünün altına girecekti ve o çok mutlu olmuştu. Annem mutluysa vardır bir hikmeti dedim. Annemle beraber bana eşarplar almaya çıktık çarşıya. Denediğim her eşarpta gizlice gözyaşı döktüğümü hatırlıyorum aynadaki çirkinliğime. Hiçbir zaman, küçüklüğümden beri, kendini beğenen biri olmamıştım fakat böyle daha da çirkinleştiğimi fark etmiştim. Yine sesimi çıkarmadım. Ben hiçbir yerdeki eşarpları beğenmezken son çare şallara yöneldik. Şallar aldım kendime, boyumdan uzun kıyafetler. Gel zaman git zaman alışkanlık oluştu. Babamın ve annemin zoruyla namaz kılıyordum. Namaz kılmam için misafir odasına gönderiliyordum. Orada oturup şeker yiyerek kitap okuduğumu hatırlıyorum. Annem veya babam içeriye girdiğinde kıldığımı söylüyordum. Henüz hiçbir şeyin farkında değildim ama içimden bir ibadet yapmak da gelmiyordu. Sene oldu 2013, ben ortaokuldan mezun oldum. Mezuniyet balosuna gitmedim. Nasıl gidecektim ki? Tüm arkadaşlarım güzelce süslenmişken ben mevlide gider gibi giyinmek istemedim. Lise tercih dönemi geldi sonra. Tahmin edebileceğiniz gibi hiçbir Anadolu lisesine gidemezdim. Başımı açamazdım çünkü ortaokulda yaptığım gibi. Tercih listem tamamıyla İmam Hatip liseleriyle doluydu. İlk sıradaki tercihime asillerden giriş yapmıştım. Öncesinde aileme çok yalvardım beni göndermeyin, bana göre değil diyerek. Dinlemediler. Ağlayarak gidip kayıt oldum sonra o okula. Okul eteği, okul eşarbı derken daha da çöküyordum. Bileklerimden yarım karış yukarıda olan eteği ilk giydiğimdeki ağlayışımı asla unutamıyorum. Anneme yalvararak dizlerimin biraz daha altında kestirdik. Okul eşarbı ise… Tam bir fiyaskoydu. Asla sabitlenemeyen ve her an başından poşet gibi uçup gidecek gibi duran o kalitesiz eşarbı da taktım. Liseye başladım. Heyecanlıydım. Derslerime çalışmaya çabalasam da, henüz 14 yaşındaki vücudum her gün iki saat gidiş, iki saat dönüşün yorgunluğunu kaldıramıyordu. Okuduğum şehirdeki İmam Hatiplerin adı çıktığı için İstanbul’da bir okula verilmiştim. İlk sene gerçekten çabaladım. Tüm o yeni derslerin yanında verilen Kur’an ezberlerinden geçebilmek için gerçekten çabaladım. Ben, 7. sınıfta takdir belgesi değil de teşekkür alabilirim diye mutsuzluktan ağlayan ben, o sene belgesiz geçmiştim. Yaz tatilinde sosyal medyayla tanıştım. Sosyal medyanın bana getirdiğini sandığım en güzel kızla arkadaş olduk. Bir şeylerin farklı olduğunu fark edebiliyordum fakat neyin ne olduğundan haberim yoktu henüz. Çok bağlanmıştım ona. O aptal gerçeklikten beni kurtarabilen tek şey kendisiydi. Nasıl olduysa, hala çok saçma olduğunu düşündüğüm sebeplerden dolayı benimle konuşmayı kesti. Ve ben tamamıyla hayata kendimi kapadım. Fark etmiştim ki… Fark etmiştim ki ilk aşkım, öylece ellerimin arasından kayıp bir kıza gitmişti. 10. sınıf hayatımın gerçekten en iğrenç dönemlerinden biriydi. Kendimdeki farklılıkları fark edip, kendimi inkâr döneminden geçiyordum. Hayır diyordum. Sadece bir kıza âşık oldum diye eşcinsel olamazdım ki. Hala yakışıklı bulduğum erkekler de vardı. Kendi dünyamdan başka hiçbir şeyden haberi olmayan ben, kocaman dünyada ufacık kalmıştım. Çok araştırdım. Kimselere bahsedemeden ağladığım, anlamını çözmeye çalıştığım çok geceler oldu. Fakat sonra anladım ki tek ben olamam. Bu şekilde hisseden tek ben olamam. Sosyal medyadan arkadaşlar edinmeye başladım. Kendimden bahsettiğimde beni yargılamayan gerçek insanlar olduğunu gördüm ve anladım ki eşcinsellik ya da biseksüellik ne korkulacak ne de garipsenecek bir şeydi. Lisedeki arkadaş diye tanımladığım insanlarla bağımın koptuğu seneydi 10. sınıf. Kimseye tekrar güvenmeyeceğimi, sahip olduğum arkadaşlarımın benim için yeterli olduğunu düşündüğüm seneydi. 10. sınıf benim aileme bu kadar uzaklıktaki okula gitmek istemediğimi, dayanamadığımı söylediğim ve o okula gitmek zorunda’ olduğumun söylenildiği yıldı. Liseden mezun olana kadar o yolu çekmek zorundaydım. Fikirlerimin uyuşmadığı insanlarla aynı çatı altında olup, fikirlerime zıt şeyleri zorla öğrenecektim. Liseyi bitirene kadar birçok arkadaş edindim sosyal medyadan. Hala konuştuklarım ve çok yakın olduklarım var. Beni hiçbir şekilde yargılamadan, uzak mesafelere rağmen gözümün yaşını silmeyi başarabilen arkadaşlarım var. Sosyal medya bir yandan da kalp kırıklıklarımın platformu oldu. Birçok güzel kızla tanıştım, hoşlandım, sevdim. Hiçbiriyle sevgili olmadım ama. Liseden mezun olduğumda puanımın istediğim bölüme yetmediğini fark edince başka ve istemediğim bir bölüme gittim. Yapamadım, aylarca ağladım. Babam en sonunda bıkıp okulu dondurmamı söyledi. Eve geri döndüm. Tekrar sınav hazırlığına başladım. O sene, o mezun senesi birçok şeyin başlamasına sebep oldu bende. Her zaman anneme Açılacağım ben’ diye aniden söylesem de asla ciddiye almıyordu beni. O sene ilk defa ciddi bir şekilde söylediğimde aldığım geri dönüt Açılınca ne olacak, orospu mu olacaksın?’ olmuştu. Orospu mu olacaktım? Kendim olabilmeyi istemek orospuluk olarak mı adlandırılıyordu? O sene bir kız arkadaşım oldu. Çok sevdik birbirimizi. Tüm sosyal medyadan sır gibi sakladığım başörtümü ona utana sıkıla söylediğimde bana Ben seni başındaki için sevmedim ki onun yüzünden vazgeçeyim’ diye bir cümle kurmuştu. Çünkü biliyordu, isteyerek bu örtüyü takan biri böyle utanarak söylemezdi gerçeklerini. Çok sevdik demiştim, çabuk bitti. Daha sonra bir başka kız arkadaşım oldu. Sevgilim, her şeyim diyebildiğim tek kişi. O da öğrendiğinde ufak bir şok yaşasa da onu ilgilendiren bir şey olmadığını, beni olduğum gibi sevdiğini söyledi. Sonra sordum kendime, madem bu kadar insan beni olduğum gibi kabul edebiliyorken ailem neden edemiyor? Başörtümle gerçek savaşım 2018 yazında başladı. Sinir ve stresin de neden olduğu, asla hava alamayan, güneş göremeyen güzel saçlarım avuç avuç dökülmeye, saç diplerimde egzama başlangıcı gözükmeye başladı. Doktora gittiğimde saçın hava alması gerektiği söylendi. O bunaltıcı yaz gününde başımda örtüyle gezen ben gülümsedim sadece. Daha sonra üniversite için başka şehre yerleştim. Her şey burada daha da tetiklenmeye başladı. Sosyal anksiyetem, kendimi olduğum gibi yansıtamayışım, bununla beraber gelen kendime olan nefretim… Her şey burada daha da artmaya başladı. 2018 Aralık ayında bir karar verdim. Deli gibi ağladığım bir geceydi. Ailemle, hiç olmadı babamla konuşacaktım yeniden ben olabilme mevzusunu. Babam bana kıyamazdı çünkü. Yılbaşına yakın zamanlarda ilk defa başım açık bir şekilde Ankara’ya arkadaşımın yanına gittim. 20 yıllık ömrüm üzerine yemin olsun ki, hayatımda geçirdiğim en güzel gündü. Ekstra bir şey yapmadım arkadaşımla. Ama benim ben’ olduğumu bilmek, gerçek beni serbest bırakmak o kadar iyi hissettirmişti ki… Tekrar okuduğum şehre döndüğümde gerçek beni kafesine geri tıkmak zorunda kalmak beni tam anlamıyla mahvetmişti. Ailem bilmiyordu, burada açılabilirdim. Ama ikili bir hayat yaşamaktan o kadar yorulmuştum ki. Ya hep ya hiç diyordum. Ocak ayında tekrar eve döndüm. Babamla konuştuğumda bana sabretmem gerektiğini, bunun benim imtihanım olduğunu söyledi. Allah sevgisini bana ve erkek kardeşime yeteri kadar aşılayamadıkları için bunun onların hataları olduğunu söyledi. Mutluluğun bu olduğunu düşündüğümü ama belki de gerçek mutluluğun bu olmadığını fark edebileceğimi söyledi. Ben o andan itibaren çöktüm. Ertesi gün annemle dışarı çıkmamız gerektiğinde başım açık bir şekilde çıktığımda annemle de büyük bir kavga ettik. Tekrar okuduğum şehre geri döndüğümden beri ne onun ne annemin ne de bir başkasının telefonlarını açmıyorum. Okulumun bitmesine 4 ay kaldı. Tekrar eve geri döndüğümde geri döndürülemeyecek değişiklikler ile döneceğim. Ve bu sefer her şeye hazırım. Ailemi karşıma almaya bile. Gerçek beni tutsak edenlerle savaşmaya hazırım. Özgürlüğümü elde edene kadar bu savaştan vazgeçmeyeceğim.Görsel Helena Perez Garcia

aileme bir şey olacak korkusu